Herkes için farklıdır anlamı sayıların, renklerin, kuşların ve şiirlerin. Kimini hüzünlendirirken kimini coşturur lirik bir mısra; kimini geçmişin tozlu sayfalarında büyülü bir yolculuğa çıkartırken kimini geleceğe götürür tozpembe bir bulutla, kimi gökkuşağını görür, kimi yağmurda ıslanır aynı ahenkle yazılmış aynı iki hecede.
Edebi türlerin en eskisi olarak bilinen şiiri tanımlamasını istedim yakın çevremden… Kimi ‘duyguları en iyi ifade etme yolu’ olarak tanımlarken, kimi ise duygu ve düşüncelerimizi en etkin anlatım ve paylaşım yolu’ olarak ifade etti. Bazıları ise biraz daha derine inerek ‘Şiir, çok özel duyguların ve aşırı hislerin nasıl ahenk içinde sözcüklere döküldüğünün ispatıdır’ dedi ve ekledi ‘ismi konulamayan duyguları anlamlandırır şiir’.
Mazimize dönüp baktığımızda birçok büyük şairimizi görür, yazdıkları mısraların altında eziliriz çoğu zaman. Sorarız kendimize ‘Bir insan nasıl bu denli coşkun anlatabilir vatanı, bayrağı, ölümü, yaşamı, tutkuyu ve aşkı?’
Çoğu zaman şiirlerde severiz aşkı, sevdayı, vuslatı…
Günümüzde tüm sanat dallarını olduğu gibi edebiyatı da popüler kültüre kurban ettik derken, romanların, şarkıların ve şiirlerin içi boşaltıldı… Yeni eserler ne tatlı ne tuzlu, hatta buruk bir tat bile bırakmıyor artık damağımızda kitapların son sayfaları derken…
Tam da bunları düşünürken…
Kırmızının derinliklerinde dans eden beyazlar ilişti gözüme ilk önce, ardından ‘tek hece bin cümle aşk’ diye fısıldadı kulağıma tüm masumiyetiyle. Aşkın ve tutkunun rengiydi kırmızı, masumiyet ve iyilik demekti beyaz benim renk skalamda…
‘Yalnızlıktan’ bahsediyor fakat yalnızlığı unutturuyor Alparslan Yige’nin mısraları… Evet, köşede duruyor ve beyaz ayıyı düşünmüyorsunuz…
Aşka aşık oluyor, güzel bir kadına şeffaf ve sizden başka kimsenin hatta yanınızdaki kadının bile göremediği kelepçelerle bağlanıyor, tutkunun tutsağı oluyorsunuz kitabı okurken. O kadın gidiyor, aslında tüm kadınların gittiği gibi, hem herkes gibi, hem hiç kimse gibi… Siz bazen o kadın oluyorsunuz, bazen kadının ardında bıraktığı enkaz fakat bir müddet sonra herkes ve hiç kimse oluyorsunuz. Sayfa bitiyor, aşk bitiyor, kadın gidiyor, siz ölüyorsunuz ve yeni bir sayfada, yeni bir aşka gözlerinizi açıyorsunuz, tıpkı biten gecenin ardından doğan gün gibi, tıpkı yaşamak gibi…
Beş duyu organınızla binlerce farklı hissi tadacağınız ‘Tek Hece Bin Cümle Aşk’ bana günümüzde hala içi boşaltılmamış, duygulardan arındırılmamış sayfaların yazıldığını ispatladı, umutlandırdı. Siz de benim gibi edebi lezzeti arayanlardansanız muhakkak okumalısınız.
YORUMLAR