Sokak lambalarının ışığı odaya vuruyor, gecenin o karanlık yüzü biraz olsun aydınlanıyordu. Saatin Romen rakamı olan sayıları araba farlarıyla belirginleşiyor, tik tak sesi ise her zamanki gibi canını sıkıyordu.
İyi ki yatağım cam kenarında diye düşündü. Hafifçe doğrulup başını pencereye yasladı. İçine bir ürperti girdi. Soluk renkli battaniyesini çekerek üzerine aldı. Sanki bu gece çok soğuktu.
Derme çatma naylon sarılı eskici arabasından yaşlı bir adamın inip çöpleri karıştırdığı dikkatini çekti. Uzun boyluydu, pantolonu kısa gelmişti. Başkasının olmalı diye düşündü, bu kadar uzun bacak olursa diye mırıldandı kendi kendine. Arabaların yoğunluğu yavaş yavaş azalıyordu ne de olsa herkes elini eteğini çekmişti geceden. Gecenin celladı gündüz, nöbeti almak için sabırsızlanıyordu. Gece ise bütün zifiriliğiyle gizemini koruyordu.
Bir daha gece kahve içmeyeceğim diye söylendi. Bir kere daha böyle olmuştu. Bu kahve bana dokunuyor.
Yan odadan hışırtılar geliyordu. Limon güzellik uykusundan uyanıp gece nöbetine geçti oyuncağıyla oynuyor diyerek gülümsedi. Yatağının karşısındaki kitaplar gözüne çarptı, hayat gibiler dedi. Kalın, ince, büyük, küçük, eski, yeni, renkli, siyah… Onlar da benim gibi içleri dolu ama suskun. En çok siz şahitsiniz benim durumuma dedi kitaplığa bakarak.
“Kitaplardaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim.” dedi kitaplıktan ince bir sesle Cemil Meriç. Gözlerini fal taşı gibi açarak şaşkın bir ifadeyle dikkat kesildi kitaplığa Çınar. “Kolay diyorsun gel bir de sen yaşa sessizliğimi.” diyerek sözü devraldı Attila İlhan. “Her şeyi yanlış yorumluyorsunuz, suskunluğu bile.” diye bağırdı Franz Kafka. “En uzun yoldur insanın içi.” diyerek ağladığını duydu Cahit Zarifoğlu’nun. Yeter diye bağırdı Çınar kendine hâkim olamayarak.
Birden kapısı açıldı. Annesinin sesi duyuldu:
- Çınar ne oldu oğlum?
- Kötü bir rüya gördüm anne.
YORUMLAR