Osmanağaoğlu İzmir'de Gündemi Değerlendirdi

EGEOLAY/MHP MYK Üyesi, İzmir Milletvekili Tamer Osmanağaoğlu izmir'de basın toplantısı düzenledi.

Osmanağaoğlu İzmir'de Gündemi Değerlendirdi
Editör: Ege Olay
04 Aralık 2019 - 12:31 - Güncelleme: 04 Aralık 2019 - 12:50
Osmanağaoğlu yaptığı açıklamada;

Öncelikli olarak; İzmir/Gaziemir’de Alevi kökenli vatandaşlarımıza yönelik girişilen alçak, rezil ve hayâsız provokasyonu nefretle kınadığımı belirterek sözlerime başlamak isterim. Bizi birbirimizi düşürmeye çalışan bu kirli hesapların; bin yıllık kardeşliğimizin mayasıyla yoğrulan Anadolu topraklarında tutma ihtimali yoktur. Bilhassa; yüz yıllar boyunca omuz omuza yaşamanın en güzel örneklerini vermiş olan Güzel İzmir’de bu ahlaksız tertip darmadağın olacaktır. Çünkü; Dadaşı, kızanı, efesiyle, alevisi, bektaşisi, mevlevisi ile biz bu topraklarda hem batı hem de doğuyuz. Çünkü bizi medeniyet doğurdu, biz aynı medeniyetin çocuğuyuz...

Böylesi karanlık kışkırtmalarla çembere alınmak istenen Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmiş otuz yılını ilgilendiren bir problem vardır. Türkiye’yi güçsüzleştirmek için özel olarak kurgulanmış ve sahaya sürülmüş bu sorunun adı terör meselesidir.

Esasen terör; bu toprakları 150 yıldır meşgul eden bir durumdur. Fakat son otuz yıldır terörün etnik bölücülük üzerine dizayn edilmiş bir versiyonu aktif olarak Türkiye’ye taarruz etmektedir.

Geçen yıllar içinde bu ideolojik cinayet şebekesinin ortakları, hamileri, sahipleri zaman zaman değişmiştir. Mazbata alıp meclise sızan, diplomatik kılıflarla uluslararası arenada yer bulan bu suç örgütü; yer yer söylemlerini de değiştirmiştir.

Ama bu eli kanlı güruhun bazı ana gündem maddeleri hep sabit kalmıştır. Bunlardan birisi de milletimizin bağrından çıkardığı Türk ordusunu karalamaktır.



Öyle ki; bir yanda kararlılıkla gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekâtından dolayı kahraman Türk Ordusuna “işgalci” diyen PKK sözcülüğüne soyunan HDP Milletvekilleri vardır.

Diğer yanda ise; Barış Pınarı Harekâtı devam ederken "Bugün 8'inci gününde olduğumuz ve sınırlarımızda devam etmekte olan, hepimizi huzursuz, mutsuz ve karamsarlığa sürükleyen bu savaşın bir an önce bitmesini, askerlerimizin ayağına taş değmeden evlerine dönmelerini diliyorum" diyerek teröristlerle aynı dili kullanma gafletine düşen, Belediye Başkanlığı dışında lüzumsuz her taşın altından çıkan Tunç Soyer ve onun gibi düşünenler bulunmaktadır.



Tarihçilerimizin “Millet olarak medeniyette geldiğimiz en son nokta ordu olmaktır.” tespitini şairlerimizin “ardına çil çil kubbeler serpen ordu?” mısralarında heceleyebiliriz.  

“Ardına çil çil kubbeler serpen” bu kutlu ordu Türk Ordusudur. Bu ordu; mazisi karanlık, geleceği meçhul düşüncesizlerin palavralarında ifade edildiği gibi, tarihin hiçbir devrinde ve dünyanın hiçbir yerinde işgal ve istila ordusu olmamıştır;  çünkü Türk Ordusu gerçekten de bir fetih ordusudur.

Türk Ordusu, yeryüzünde nizam ve adalet adına çekilen kılıcın adıdır! İnsanı yaşatmaya memur bir anlayışla kalplere, vicdanlara hükmederek, dünyayı değerler dünyası haline getirmeye çalışan bir zihniyetin üniformalı kimliğidir.

Onun içindir ki Türk Silahlı Kuvvetleri “Peygamber Ocağı” dır; bu sebepledir ki karavanası şifadır. Silahının ucunda adalet ve merhamet taşıyan bu ordu, girdiği her yere çil çil kubbeler serperek fetih manasının ne idüğünü ve nasılını üç kıt ’ada yükselen medeniyet değerlerimizle ortaya koymuştur.

Bizans’ın son Grandük’ü Notoras’a “Şehirlerde Latin külahı görmektense, Türk Sarığını yeğlerim.” dedirten gerçek,   silahının ucunda merhamet taşıyan şanlı Türk Ordusudur.

“Ne zaman ki Vistül Irmağı’ndan bir Türk Atı su içecek; işte o zaman özgürlüğümüze ve bağımsızlığımıza kavuşacağız.” diyen Lehistanlılar’ın nezdinde bütün mazlum milletlerin sancağını selamladığı şanlı ordu şerefli Türk Ordusudur.

Bu gün Suriyeli yetim çocukların rüyalarında Peygamber muştusuyla ve hasretle beklediği ordu, Peygamber ardında çöller aşan kutlu ordu Türk Ordusudur.

Bu gün Suriye’de girdiği her yere okullar, hastaneler, aşevleri yapan ordu, dün Mohaç’ tan dönerken üzüm asmalarına akçeler takan ordudur. Büyük Türk milletinin ordusudur!

 

Bir damla petrolü bir damla kandan üstün tutan ve bunun için Ortadoğu’yu kana bulayan aç, haris, muhteris siyaset emperyalizmine karşı mazlumun gözünden akan bir damla yaşı aziz bilen ve mazlumun yanında saf tutan Türk ordusu, millet olarak medeniyette geldiğimiz en son noktayı şerefle temsil ederken, bu temsiliyeti liyakatiyle bir daha tescil ettirmiştir.

Biz Evlad-ı Osman olarak yıkılmış bir devletin değil İngiliz Tarihçi Toynbee’nin de dediği gibi; “ Durdurulmuş bir medeniyetin”  çocuklarıyız.

İşte bugün tarihin önümüze koyduğu engelleri bir bir kaldırarak o ihtişamlı yürüyüşe kaldığımız yerden devam edeceğiz. İşte; Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtları bu anlamda bir yürüyüşün yeniden başladığının habercisidir.

Batı’nın, içerideki ve dışarıdaki taşeronlarının endişe ve korkusu bundandır.  Emperyalizmin ellerinden kan damlayan baronları ve iplerini ellerinde tuttukları kuklaları bilmelidir ki;  durdurulan büyük Türk medeniyeti yeniden yürüyüşe geçmiştir.

Bu kutlu yürüyüşü gerçekleştiren, binlerce yıllık şanlı mazisinden aldığı feyz ile karanlıkları yaran, ulvi ve asil gayeler ile Türk Milletini “Kızıl Elma” sına her gün bir adım daha yaklaştıran, gözlerinde umutsuzluğu varlığıyla umuda çeviren Türk ordusunun, Mehmetçiğimizin sonuna kadar yanındayız.

Bir Türk Milliyetçisi olarak, Milliyetçi Hareket Partisinin Milletvekili olarak, Türk milletinin her onurlu mensubu gibi; Türk’e kalkan her hain ele kalkan olmaya, cephede boşalan her safı doldurmaya hazırız! Çünkü büyük Türk milletinin karakteri “ordu-millet” anlayışıyla vücut şekillenmiştir.

Bu karakter kendisine saldıran kim olursa olsun ihaneti elinin tersiyle itecektir.

Eli kanlı güruhun sabit kalan bir diğer gündem maddesi ise Türkiye’nin ana omurgası olan dil birliğine saldırmaktır.

Bunun sebebi de açıktır. Tabiat kanunları kadar aşikâr olan toplumsal realiteler vardır. Bir dili konuşmayanlar, bir milleti oluşturamazlar. Bir millete kendini ait hissetmeyenler de, bir devletin çatısı altında yaşayamazlar.

İşte bölücülüğü şiar edinenlerin birliğe saldırıp, çokluk içinde bizi boğmaya çalışması bu sebepledir. Onların 30 yıldır talep ettiği bazı masum görünümlü isteklerin ardında; böyle uzun vadeli ve sinsi planlar yatmaktadır.

İnsanların annelerinden öğrendiği dili, gündelik hayatın içinde kullanması; temel bir haktır.

Anne dilini devlete karşı siyasal bir kazanımın nesnesi hâline getirmek, anne dilini “ana dil” tanımı altına sokarak etnik ayrışmayı kaşımak yanlıştır.

Bu yanlış; en çok da bölücülerin haklarını savunduklarını iddia ettikleri insanlarımıza zarar vermektedir. Bir teröristin silah olarak kullandığı her nesne, kalkan olarak kullandığı her varlık; “birlik” kalkanına çarpmaya mahkûmdur.

Halbuki Dengbejlerin dilinde bu günlere dek gelen bir kültürle kimsenin problemi yoktur. Karadeniz’in sarp yamaçlarından yükselen sesle, Toroslar’dan gelen sesle; Hakkari’nin yaylalarından yükselen ses kardeştir. Hepsi birlikte, tek bir ses ile Türkiye için güçlü bir haykırışı dillendirmekte, kardeşliğimizin bestesini yarınlara aktarmaktadır.

Fakat bu birliği zehirleyenler; oluşturdukları kan deryasını kapatmak için paravan arayan teröristlerdir. Dağdaki eşkıyaya destek olmayı görev addeden kravatlı militanlardır. Bir de politik rant peşinde koşan gündem simsarlarıdır. Türkiye’de bu yanlışa sıklıkla düşenler, etnik bölücülerin değirmenine su taşıyanlar vardır. Bazıları bunu şuursuzca yapmaktadır. Bazıları da bilinçli olarak kendini, PKK’nın siyasal ajandasına adamakta ve örgütün borazanlığını üstlenmektedir.

Geçtiğimiz günlerde kürtçenin kamusal alanda bir karşılığı olması gerektiğini söyleyerek gündeme gelen, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin CHP’li başkanı Tunç Soyer; işte bu bilinçli borazanlar arasındadır.

Kendisi terör örgütüyle aynı çizgide siyaset yapmayı özellikle tercih etmiştir. Hatta bu çizginin Atatürk’ün partisini çepeçevre kuşatmasına, CHP’yi işgal etmesine öncülük edenler arasındadır.

Şu ana dek PKK’ya ve onun yan kuruluşlarına verdiği her destek; Tunç Soyer’in taammüden gerçekleştirdiği hamlelerdir. Üstelik Kürtçe meselesinden bahis açarken; bu gibi toplumsal sorunların çözümünü “sadece Ankara’nın insafına ve tasarrufuna bırakacağımız aşamayı geçtik” diyerek meseleyi başka bir zemine taşımıştır.

Hâlbuki Tunç Soyer’in geçtiğimiz günlerde yaptığı “Kıbrıs’ı Kıbrıslılara bırakalım” çıkışı hala hafızalarda tazedir. Ne hikmetse Kıbrıs’ı Kıbrıslılara bırakan Tunç Soyer; Güneydoğu’daki vatandaşlarının derdini Ankara’ya yani Türk devletine bırakmak istememektedir.

Tunç Soyer’in önerdiği yapı bellidir. Kendisinin söylemleri; merkeze karşı çevrenin yükseleceği, otoritenin bölüneceği bir yerel yönetim modelini işaret etmektedir.

Belediyelerden öz yönetime giden yolu inşa etmek isteyen HDP de bu yerel yönetim modelinin savunucusudur. Çünkü seçilen başkanları milletin hizmetkârı değil, bölünmüş bir toprağın yöneticisi haline getirmek; ancak bu modelle mümkündür.

HDP’nin mazbatalı teröristleri daha güçlü, Ankara daha zayıf olursa; terör politikaları başarıya ulaşacaktır. HDP’nin Kandil onaylı yerel yöneticileri ve onların sıkı dostu Tunç Soyer’in yerel yönetim reformundan maksadı budur.

İşte Tunç Soyer; süslü söylemlerin ardına böylesi amaçları gizleyen bir zihin yapısına sahiptir. Bu zihin yapısının kodları; gülümseyen bir pozun arkasına canlı bombaların mühimmatlarını, bebek katillerinin mermilerini, ihanet çetesinin katliamlarını gizleyemeye müsaittir.

Terörizmi allayıp pullayıp halkçı ve özgürlükçü belediye ambalajına sokan bu yapıdır. Yine bu yapı; daha öncesinde de terör örgütünün politika alanına sızmasına önayak olmuştur.

Aynı düşünce ikliminin, sözde Sosyal Demokrat ve sözde Halkçı bir siyasi organizasyon olan SHP bünyesindeki mensupları, 1991 yılında terör sözcülerinin seçilmesini sağlamışlardır.

Zaman içinde ismi tekrar CHP olan ve dönemsel olarak millileşme temayülü gösteren bu parti; Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olarak işbaşı yapmasının akabinde tekrar SHP’lileşmiştir. Son yerel seçimde kendi listelerinden belediye meclis üyesi seçtirdikleri tescilli hainlerin varlığı, bu değişimin ispatıdır.

Üzülerek belirtirim ki; milletvekili olarak temsil etmekten gurur duyduğum güzel İzmir ise bu yeni politikanın kurbanları arasındadır. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’sinin, eski SHP’sinin prenslerinden birisi; İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’dir.

Tunç Soyer; İzmir’in bütçesini, prestijini, gücünü, kısacası her şeyini kendi kirli planlarına alet etmekten çekinmemektedir. Seçilir seçilmez PKK ve FETÖ’yle iltisakları sebebiyle açığa alınanları İzmir Belediyesi bünyesinden istihdam etme planından bahsetmesi de bundandır. Çünkü kendisi; İzmir’e hizmet için değil, İzmirliye külfet için göreve gelmiştir.

İzmir için katkı sunacak işlere imza atmak; Tunç Soyer’in ajandasındaki yakın veya uzak vadeli planlardan birisi kesinlikle değildir. Bunun en büyük delili de İzmir’in mevcut manzarasıdır.

Çok yakın zamanda İzmir; tarih öncesi çağlara döndürülmüşçesine 21 saatlik su kesintilerine muhatap olmuştur. Yine bugünlerde İzmir’imizin 21 ilçesinde uzun süreli elektrik kesintileri yaşanmaktadır.

İzmirliyi karanlığa gömen, İzmir’den bir damla suyu esirgeyen bu zihniyet; bu güzel şehri taş devrine geri götürmüştür.

Fakat İzmir’in su idaresinden sorumlu kurum olan İZSU; insanlarımıza eriştiremediği şebeke suyunun yerine bir alternatif geliştirmiştir. Temizlik yapıldığı gerekçesiyle mazgallara ve borulara basınçlı su tutan İZSU Buca’da evleri lağım suyunun basmasına sebep olmuştur.

İnsanlar musluktan akan bir damla temiz suya muhtaçken, onları bir de lağım suyunda boğmaya çalışan İZSU; evlerde ciddi maddi hasarların oluşmasına sebep olmuştur.

Ama bu durum normal karşılanmalıdır! İZSU herhangi bir vatandaşı suyla buluşturduğunda, bunun karşılığında cep yakan yüksek faturaların gelmesi; artık İzmirlilerin doğal karşıladığı bir hadisedir.

Çünkü orman köylerine, standart tarifeden su vererek Bayındır ilçemizdeki vatandaşlara % 924 zamlı fatura yollayan aynı kurumdur. Her birisi binlerce lira fatura ödemeye mahkum olan hemşerilerimizin mağduriyeti; ancak onların imza kampanyası düzenleyip isyan etmesiyle bir ölçüde giderilmiştir.

İZSU deyince; artık İzmirlinin aklına su değil, susuzluk; hizmet değil, haraç gelmektedir. İnsanlarımızın boyun büküp bu kadar yüksek miktarda para ödemelerine karşılık; belediyeye ait bu iştirakin yüksek kârlılık oranına sahip olması gerekmektedir.

Fakat ne hikmetse İZSU’dan alacağı olan müteahhitler de ödeme alamamakta ve iflasa sürüklenmektedir. İZSU’ya giden paraların akıbeti; bu sebeple bütün şehrin çözemediği büyük bir bilmeceye dönüşmüştür.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kasasına akıtılan paraların kaynağı; vatandaşın cebine el atarak yankesiciliğe başlayan belediye şirketlerinden ibaret değildir. Aynı zamanda Tunç Soyer; İzmir’i faiz ve borç batağının göbeğine düşürmüştür. Darbeci babanın şımarık oğlu Soyer; bütün mirasyedi evlatlar gibi har vurup harman savurmayı adet hâline getirmiştir.

Fakat üzücü olan; tefecilere peşkeş çektiği varlığın, babasından kendisine kalan (!) bir taşlı tarla olmamasıdır. Tunç Soyer; İzmirlinin geleceğini bankalara ipotek ettirmektedir.

İşe başladığı günden beri; borç üstüne borç alınmış ama bu alınan paralar bir türlü hizmet olarak halka geri dönmemiştir.

Kendi adına 200 milyon, İZSU adına 220 milyon, ulaşım hizmetlerinden sorumlu ESHOT adına 50 milyon borçlanma yetkisi alan Soyer; sadece 7 ayda 470 milyonluk bir başka faturayı İzmir’e kesmiştir.

Üstelik bu borcun ceremesini vatandaşa çektirme eğilimi; sadece büyükşehir belediyesiyle sınırlı değildir. Yine 250 milyonun üzerinde borcu olan CHP’li Karşıyaka Belediyesi’nin KENT AŞ isimli şirketi; çareyi 720 işçisinin maaşına el koymakta bulmuştur.

Maaşlarının yarısını alamayan emekçi kardeşlerimiz; alın terlerinden çalınan payların nereye aktarıldığını öğrenmek istemektedir.

Kısacası İzmir Büyükşehir Belediyesi; İzmir’in en büyük mafyası olma yolunda azim ve kararlılıkla ilerlemektedir!

Konak ilçesinde boru patladığı için bodrumuna su basan bir hemşerimiz; olması gerekeni yapıp İzmir itfaiyesini çağırmıştır. Fakat kendisinden saat başı çalışma ücreti olarak 210 lira talep edilmiştir.

Altyapı çalışmalarındaki eksiklikten kaynaklanan, dolayısıyla belediye tarafından ücretsiz olarak giderilmesi gereken böylesi bir sorun; İzmir’de ücreti mukabilinde yapılmaktadır. Çünkü İzmir Büyükşehir Belediyesi; bir kamu kurumu gibi değil, sıradan insanlara dadanan bir çete gibi davranmaktadır.

İzmir Belediyesi’nin birimleri arasındaki bu haraç kesme yarışından geri kalmamak için; ulaşım ayağı da hızlı bir atağa kalkmıştır.

Toplu taşımada bilet fiyatlarına % 18,6 oranında zam yapan İzmir Büyükşehir Belediyesi; 60 yaş üzeri vatandaşlarımıza karşı çok daha acımasız davranmıştır.

60 yaş üzeri biniş kartında yapılan zam oranı; % 67’ye varmıştır. İzmir’in güzel günlerini görmüş, bu şehre değer katmış, başımızın tacı olan büyüklerimiz; ESHOT yönetiminde yapılan hataların bedelini ödemek zorunda bırakılmışlardır. 60 yaş üzeri büyüklerimiz; Tunç Soyer ve çetesi yüzünden evlerine mahkûm olmuş durumdadır.

Bu konuda bizim Tunç Soyer’e bir tavsiyemiz vardır. Kendisinin döneminde envanterde göründüğü hâlde kaybolan 110 araç; bulunduğu takdirde 60 yaş üzeri İzmirli vatandaşlarımızın hizmetine verilmelidir.

Ayrıca kendi makam araçlarını da bu meseleye tahsis etmeli ve İzmir’in dünü, geçmişi, mazisi olan insanlarımıza karşı yaptığı ayıbı temizlemelidir.

Hem bu sayede Tunç Soyer; sadece Pi-Ar çalışmaları için bindiği ve bol bol reklamını yaptığı bisikletine kavuşacak; işine gerçekten bisikletle gitme imkânı bulacaktır.

Tunç Soyer; İzmir’i borç batağının derinlerine gömdükçe çözüm için enteresan yollara başvurmaktadır. İzmir Belediyesi’nin 1950 yılında İstanbul Beyoğlu’nda satın aldığı ve İstanbul’da okuyan talebelere barınma için tahsis ettiği 700 metrekarelik taşınmaz; Tunç Soyer ve ekibi tarafından radara alınmıştır. Mirasyedi başkanın gözüne kestirdiği bu bina; satılmak istenmektedir.

Yakın zamanda İzmir’i tanıtmak için Hong Kong, Brüksel ve Moskova’da temsilcilikler açmak için meclisten izin alan Tunç Soyer; bu binayı bir temsil merkezi olarak kullanmayı düşünmemektedir.

İzmir’i bir turizm şehri hâline getirmek için, İzmir’in cazibe merkezine dönüşmesi için; çok uygun bir merkez olabilecek bu bina; Soyer yönetimi tarafından haraç mezat satılmaya çalışılmaktadır. Bu satış hırsının sebebi ise bellidir. Kendisi malı mülkü satıp yarın yokmuşçasına harcayan; bir karakter yapısına sahiptir.

Seferihisar Belediye Başkanıyken de belediyesine ait bir adayı neredeyse daire fiyatına satmış olması; kendisindeki emlak tutkusunun eskiye dayandığına işarettir.

İzmirli ise bu satışların, borçlanmaların, peşkeş çekmelerin neticesinde oluşan nakit paranın akıbetini merak etmektedir. Çünkü bu paraların gittiği yer, hakiki anlamda bir muammadır. Paraların aktarılması gereken hizmetler sürekli; boş hayallere dönüşmektedir.

 “Çevre dostu belediyecilik” gibi paketi güzel ama içi boş lafları ağzına sakız eden Tunç Soyer; esasen bu taraklarda bezi olmadığını çoktan ortaya koymuştur. Bu durumun bir başka ispatı; Foça’nın Bağarası Mahallesi’nde yaşanmaktadır.

İnsanlarımızın şehrin gürültüsünden kaçıp doğayla baş başa kalmak için yerleşmek istediği bu güzel bölge; yine Tunç Soyer ve onun yol verdiği rant çetesi tarafından tarumar edilmektedir. Bütün İzmirlilere zulmetmeyi kendine şiar edinen Tunç Soyer; büyükşehrin gürültüsünden ve keşmekeşinden kaçan hemşerilerimize adeta “Nereye kaçarsanız kaçın. Sizi bulacağım” demektedir.

Foça’da yol yapım çalışmalarından dolayı ortaya çıkan cürufları; Bağarası Mahallesi’nin bakir topraklarına gömen rantçılar, o güzel yeri de zehirlemekten geri durmamaktadır.

Zeytincilik başta olmak üzere, doğal tarım ve arıcılıkla iştigal edilen mahallede; tarlalar, kovanlar, bahçeler Tunç Soyer ve çetesinin talanına maruz kalmaktadır.

İzmir’in sadece insanı değil; tarlasındaki domatesi, ağacındaki zeytini, kovanındaki arısı dahi Tunç Soyer’in zulmünden payını muhakkak almaktadır.

Yapması gereken hiçbir şeyi yapmayan ve yapmaması gereken her şeyi de istisnasız yapan; bütün bu rezaletleri gizlemek için yine en iyi bildiği yola başvurmaktadır.

Bu yöntem; Tunç Soyer’in şahsını parlatma, bireysel lansman çalışmalarına yoğunlaşma üzerine kuruludur.

Ahmet Hakan’a imajını yükseltecek yazılar yazdırma, Okan Bayülgen’in programına konuk olup sempati toplama; bu medyatik karakterin son hamleleridir.

Kendisi çıktığı programda; belediye başkanının partisiz, tarafsız ve objektif olması gerektiğinden bahsetmiş ve seyircilerden alkış almıştır.

Fakat bu güzel lafların arkasındaki çirkin gerçek; televizyon ekranlarına yansımamıştır. Gerçekler; sırf CHP’li değil diye, başka partili başkanları tercih ettiler diye ulaşım hakkı baltalanan ilçe belediyelerinden öğrenilmelidir.

Bugün MHP’li Aliağa Belediyesi İZBAN tarafından alenen cezalandırılmaktadır.

Aynı güzergâhta ve bahsi geçen belediyeye de yakın olan bazı ilçelere giden seferlerin neredeyse 3’te 1’i kadar sefer; Aliağa’ya ulaşmaktadır. Partizanlıkla hareket eden İzmir Büyükşehir yöneticileri; sırf kendileri gibi düşünmüyor diye halka zulmetmektedir.

İzmir’de artık bu tip uygulamalar normal karşılanmaktadır. Çünkü Tunç Soyer ve yeni CHP zihniyetinin baskı altına aldığı kesimler yalnızca başka partililer de değildir. Bizzat CHP mensubu olup; onlar gibi düşünmeyen insanlar da en ilkel biçimde cezalandırılmaktadır.

Her daim demokrasi kültüründen bahis açan Tunç Soyer; kendi partisinin ilçe seçimlerinde delegeye baskı yapıp liste dayatanlara, muhalif olduğu için kongre salonlarında tartaklananlara karşı tek laf etmemektedir.

Tunç Soyer; TV100 ekranlarında katıldığı programda, eşi Neptün Soyer’den bahsederken “eşim benim en büyük muhalifim” demiştir. İzmir’deki CHP yönetiminin muhaliflere yönelik tavrını dikkate aldığımızda; Tunç Soyer’in beyanı endişe verici bir tehdide dönüşmektedir!

Tabi ki bu işin latifesidir. Yoksa Tunç Soyer’in ailesine düşkünlüğü herkesin malumudur. Mesela Tunç Soyer; kardeşinin yönetici olduğu İzmir Turizm Tanıtma Vakfı'na İzmirlinin parasını, İzmir’in kasasını peşkeş çekecek kadar ailesine sahip çıkan birisidir.

Bilindiği üzere; hemşerilerimizin cebinden Tunç Soyer’in kardeşinin yönettiği İZTAV’a 8 milyon 948 bin 188 lira nakit aktarılmıştır. Bu husus yargıya taşınmış; belediye başkanından umduğu adaleti bulamayanlar, mahkeme kapılarına koşmuşlardır.

Belki de Tunç Soyer’in geçtiğimiz günlerde basına yansıyan; “Belediye kamu kuruluşudur. Devlet belediyeyi haczetmemelidir. Devlet, devletin varlığına el koyar mı” mealindeki çıkışı; bu yargılama süreciyle alakalıdır.

Anlaşılan odur ki Tunç Soyer; İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin mal varlığına tek başına el koymak istemekte, bu sebeple devletin el koymasına karşı çıkmaktadır. Özü itibariyle Tunç Soyer; bu işlerde rekabet sevmemektedir.

Temiz gıda laboratuvarı kuracağını müjdeleyen Tunç Soyer’in; kardeşine aktardığı milyonlarla da alakalı bir çalışma yapması beklenmektedir. Acaba kardeşinin boğazından geçenler temiz, yediği lokma helâl midir? Bu hususta bir açıklamaya ihtiyaç vardır.

Umarız ki bu temiz gıda laboratuvarı açıldığında; İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kendi imalatı olan İzmir SU dururken, niye Hamidiye Su’ya geçiş yapıldığı da izah edilir. Hem CHP İzmir İl Başkanlığı hem de Soyer’in eski başkanı olduğu Seferihisar Belediyesi; İBB’ye ait Hamidiye Su’ya abone olacaklarını belirtmiştir.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin suyu olan İzmir SU markasının temizlik açısından bir eksikliği mi vardır ki; böyle bir karar alınmıştır? Yoksa Hamidiye Su aşkının ardında yatan tek sebep; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na kıyak geçmek midir?

Kısacası İzmir’de paranın nereye gittiği ortadadır. Bu şehirde; külfet ortada ama gayret meçhullerdedir. İzmir’de, zimmet ortada ama hizmet kayıptır. Güzel İzmir’imizin güzel sakinlerinin her birinin hakkı olan, ortak varlığı olan ve İzmirliler ile İzmir sevdalılarının hatıralarını süsleyen tarihi şatoyu kendisine konut yapan Soyer’in notu çoktan verilmiştir.  Çünkü kayıp olan sadece “hizmet” değil maalesef İzmir’in yıllarıdır. Maalesef İzmirlinin umutlarıdır.

Sürekli yerli ve milli tohumla alakalı çalışmalar yapacağını söyleyen Tunç Soyer; milli olmayan bir tohum gibi bu toprağa düşmüş, güzel İzmir’in her yerini ayrık otları sarmıştır. Ama er ya da geç o ayrık otları tek tek sökülecektir.

Bir de bu ayrık otlarına bu cesareti veren, bu cüreti onlara kazandıranlar var ki Türk milleti onları not etmiş, siyasi çöplüğe göndermek için gün saymaktadır. Bu sebeple HDP’yi “kürt siyasi hareketinin temsilcisi olarak gören” Meral Akşener’in İP’ inin Grup Başkan Vekilinin, geçtiğimiz günlerde Tunç Soyer ve İmamoğlu’nu işaret ederek, "Kimisi eyalet başkanı gibi konuşuyor, kimisi Cumhurbaşkanı gibi konuşuyor" ifadeleri samimiyetsiz, samimiyetsiz olduğu kadar da ciddiyetten uzaktır.

Tunç Soyer için HDP ile aynı gemiye binenlerin, CHP ile aynı şarkıya alkış tutanların bugün laf olsun torba dolsun mantığıyla birkaç kelam etmeleri, üzerlerine silinmeyecek şekilde yapışan “zillet” etiketini çıkartamayacaktır.

Değerli Basın Mensupları;

Türk edebiyatının usta yazarı Yaşar Kemal; Demirciler Çarşısı Cinayeti romanında dünyanın mevcut düzenini eleştirirken unutulmaz satırlar kaleme almıştır: “Bindiler de çektiler gittiler, o iyi insanlar, o dünya güzeli atlara…” cümlesiyle başlayan meşhur paragrafın sonunda şu sözler vardır: “Demirin tuncuna kaldık”.

Maalesef ki İzmirli de başkanın Tunç’una kalmıştır. Ama bu devran böyle sürmeyecek, Soyer’in saltanı er geç yıkılacaktır

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum