İzmir Ovası’nda, Menemen’de, Torbalı’da, Ödemiş’te tarlalar yeniden canlanıyor. İlkbahar aylarının gelişiyle birlikte bölge genelinde tarım faaliyetleri hızlandı. Hasat zamanı yaklaşırken, bu üretimin görünmeyen kahramanları olan mevsimlik tarım işçileri de tarlalara göç etmeye başladı. Ancak bu insanlar, sadece göç etmiyor; aynı zamanda hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Her yıl binlerce tarım işçisi ailesi Şanlıurfa, Mardin, Adıyaman gibi illerden yola çıkıp batıya göç ediyor. Ama ne sosyal güvenceleri ne de insanca yaşam koşulları var. Türkiye ekonomisinin temel taşlarından biri olan tarımın bu yükünü taşıyanlar, hâlâ sistemin en dış çeperinde tutuluyor.
Mevsimlik işçiler yıl boyunca sürekli olarak geçici iş – işsizlik – yoksulluk – mevsimlik döngüsünün içinde dönüp duruyor. Her yıl farklı bir ilde çadırlarda konaklıyor, temel ihtiyaçlara erişemeden ağır işlerde çalışıyorlar.
Barınma koşulları, hijyen olanakları, temiz suya erişim, ulaşım, çocukların eğitimi gibi konular hâlâ çözülmüş değil.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, çalışma hakkını ve sosyal güvenceyi temel hak olarak tanımlar. Ancak sahaya baktığınızda, bu temel haklar mevsimlik tarım işçileri için birer hayalden ibaret. Çalıştıkları yerlerde iş sağlığı ve güvenliği önlemleri yetersiz, sigortalı çalışma neredeyse yok denecek kadar az.
Çocuklar tarlada çalışıyor, okula gidemiyor. Zehirlenmeler, güneş çarpmaları, kazalar sıradanlaşmış durumda. Ancak denetim mekanizmaları neredeyse yok.
Bu tablo sadece tarım işçilerinin değil, bu ülkenin geleceğinin sorunudur. Yeterli koşullarda çalıştırılmayan işçi, üretimde de verimli olamaz. Bu insanlar artık yalnızca ucuz iş gücü olarak değil, sosyal adaletin ve kalkınmanın göstergesi olarak görülmek zorundadır.
Çadırda yaşayan, sosyal güvencesiz çalışan, çocuğunu okula gönderemeyen bir aile yapısının devamlılığı hem ekonomik hem de toplumsal istikrar için bir tehdittir.
Zincirin en acı tarafı ise şu: O kadar zahmetle üretilen meyve-sebzeler, şehirdeki çöplerin dibine kadar gidiyor. Tabağımıza gelen yemeği “görünüşü kötü” diye çöpe atan bir kültür olduk. Halbuki her lokmada o işçilerin alın teri, uykusuz geceleri, güneş altındaki saatleri var. Bu bir çelişki değil, bir vicdan krizidir.
Mevsimlik tarım işçileri bu ülkenin görünmeyen emekçileri değil, görülmek istenmeyen vatandaşlarıdır. Onlara reva görülen yaşam, yalnızca bireysel değil, yapısal bir tercihin sonucudur. Artık bu tercihleri sorgulamanın zamanı gelmedi mi?
Sosyal devlet, yalnızca merkezî bütçelerle değil, en savunmasız vatandaşını ne kadar koruduğuyla ölçülür. Bu insanlar için hâlâ hiçbir şey yapılmıyorsa, sorun onlar değil; sistemdir.
YORUMLAR