Prof. Sındır: "Belediyelerin tarımsal üretimi destekleme uygulamalarına bakanlıktan izin şartı geliyor"

EGEOLAY/5488 sayılı Tarım Kanunu’nun, 7. Maddesine dayanılarak Tarım ve Orman Bakanlığı’nca hazırlanan “Tarımsal Üretimin Planlanması Hakkında Yönetmelik” taslağı üzerine değerlendirmelerde bulunan Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır; “söz konusu yönetmelik yürürlüğe girdiğinde artık tarımsal üretim planlaması yapılmak istenirken, üreticilerin sözleşmeli üretim yapmaya zorlanacağını ve bildikleri, istedikleri veya kendilerine belki de daha çok gelir getirebilecek ürün tercihlerinde bulunamayacaklarını, tarım arazilerini kendi iradeleri ile değerlendiremeyeceklerini, gerekirse Bakanlık tarafından “atıl durumda bulundurulamayacağı bahanesiyle”, üst kullanım hakkının elinden alınabileceğini ve bu nedenlerle de anayasanın “sözleşme hürriyeti” ve “mülkiyet hakkı” temel hükümlerinin de ihlal edileceğini düşündüğünü belirtti.

Prof. Sındır: "Belediyelerin tarımsal üretimi destekleme uygulamalarına bakanlıktan izin şartı geliyor"
Editör: Ege Olay
18 Ağustos 2023 - 17:03 - Güncelleme: 18 Ağustos 2023 - 18:27
Sındır, ayrıca belediyeler de dahil olmak üzere, çeşitli kamu tüzel kişiliklerinin bundan sonra bitkisel veya hayvansal üretime yönelik proje veya uygulamalarında Bakanlık’tan, daha doğrusu, Bakanlık bünyesinde oluşturulacak ‘Tarımsal Üretimin Planlanması Kurulu’nun kararları doğrultusunda görevlendirilecek olan Tarım İl/İlçe müdürlüklerinden başvuruya esas üretim izinlerini almak zorunda kalacaklarını ve dolayısıyla, belediyelerin tarımsal üretime yönelik desteklemelerinde, özellikle yerel seçimlere yaklaşılan bu dönemde, siyasal iktidar iradesinin siyasi ayırımcılık ve kayırmacılık yapabilmesine olanak sağlanmış olacağını da ekledi.
 
“PLANSIZ TARIM YÖNETİMİ”

Özellikle 2000’li yılların başından günümüze kadar gelen siyasal iktidar döneminde, ülkemiz tarımı başta olmak üzere, diğer tüm üretim sektörleri de dahil, planlı kalkınmadan uzaklaştırılmış, üretim planlamasının yerini siyasi iktidarın varlığını sürdürebilmesi ve kendi geleceğini planlamasına dayalı karar süreçleri almıştır. Devlet Planlama Teşkilatı’nın kapatılmasıyla da hangi yatırımın nereye yapılacağı belirsiz hale gelmiş ve Türkiye ekonomisi tam anlamıyla plansız ve öngörülemez, risk ve belirsizlik altında bir ekonomiye dönüşmüştür. Aslında bugün yaşanan birçok ekonomi kökenli sorunun temelinde de böylesi plansız ve güvensiz bir ortam yer almaktadır.
Söz konusu yönetmeliğin, 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun, 7442 sayılı Kanun uyarınca yeniden düzenlenen, 7. Maddesi uyarınca çıkarıldığını biliyoruz. 23 Mart 2023 tarihinde TBMM’de kabul edilen ve 5 Nisan 2023 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 7442 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde de belirtildiği gibi tarımda “planlamanın zorunlu hale geldiği” ibaresi de günümüze kadar plansız programsız nasıl gelindiğinin somut bir göstergesidir ve yukarıda bahsettiğim planlı kalkınmadan uzaklaşılarak siyasi ikbal hesaplarıyla tarımsal üretim yönetimi yapıldığını ispatlar niteliktedir.
 
“BELEDİYELERE BAKANLIK’TAN İZİN ALMA ZORUNLULUĞU”

Yönetmeliğin “Tarımsal Üretimin Planlanması ve Üretim İzinlerinin Verilmesi” konu başlıklı Üçüncü Bölümünde yer alan “Bitkisel Üretimin İzinlerinin Verilmesi” başlığı ile 12.maddesinin 9.bendinde; “Kamu kurum ve kuruluşları ile ortakları, belediyeler, il özel idareleri vb kamu tüzel kişilikler, bitkisel üretime yönelik proje ve uygulamalarında bu Yönetmelik hükümlerine tabidir” ifadesi yer alıyor. Aynı şekilde “Hayvansal üretimin planlanması” başlıklı 13.maddesinin 2.bendinde; “Kamu kurum ve kuruluşları ile ortakları, belediyeler, il özel idareleri vb kamu tüzel kişilikler, hayvansal üretime yönelik proje ve uygulamalarında bu Yönetmelik hükümlerine tabidir” ifadesi yer alıyor. Diğer bir ifadeyle, belediyeler de dahil olmak üzere, çeşitli kamu tüzel kişiliklerinin bundan sonra bitkisel veya hayvansal üretime yönelik proje veya uygulamalarında Bakanlık’tan, daha doğrusu, Bakanlık bünyesinde oluşturulacak olan ve arz güvencesinin temin edilmesi, iklim değişikliğinin tarım üzerine etkilerinin değerlendirilerek verimliliğin artırılması, tarımsal üretimin uygun ekolojilerde geliştirilmesi için arz ve talep miktarı, yeterlilik oranı dikkate alınarak tarımsal üretim planlamasını yapmakla, üretim planlamasına konu ürün veya ürün gruplarını ve asgari ve azami üretim miktarlarını belirlemekle görevli olan ‘Tarımsal Üretimin Planlanması Kurulu’nun kararları doğrultusunda, görevlendirilecek olan Tarım İl/İlçe müdürlüklerinden başvuruya esas üretim izinlerini almak zorunda kalacaklardır. Üretim planlamasının yapılması çabasını esas itibariyle gerekli gördüğümü ve saygı duyduğumu bir kez daha belirtmek isterim. Ancak, üreticilerimizin ürün ve üretim tercihlerini ve kararlarını yönlendirici teşvik ve destekleme politikaları yerine üreticilerimizin kendi başlarına karar verebilme haklarını ortadan kaldıran, İl/İlçe müdürlüklerinin planlama kararları sonucu bir dayatma ile yapılmasını doğru bulmuyorum. Ayrıca, bir de son yıllarda sektörde yaşanan sıkıntıları bir nebze olsun yerelde giderebilme gayretinde olan belediyelerin tarımsal üretime yönelik proje ve destekleme uygulamalarına söz konusu yönetmelik ile müdahil olunmasını da kesinlikle yanlış bulduğumu belirtmek istiyorum. Özellikle yerel seçimlere yaklaşılan bu dönemde, siyasal iktidar iradesinin siyasi ayırımcılık ve kayırmacılık yapabilmesine olanak sağlanmış olacağının da bilinmesi gerektiğini düşünüyorum.
 
“TARIM KANUNU VE İLGİLİ YÖNETMELİKTE ANAYASAYA AYKIRILIK”

Üzülerek belirtmeliyim ki, söz konusu yönetmeliğin dayanağı olan ve Tarım Kanunu’nun 7. Maddesinde değişiklik öngören 7442 sayılı kanunun TBMM’de yasalaşma sürecinde hiçbir şekilde anayasaya uygunluk denetimi yapılmamıştır. Örneğin, çalışma ve sözleşme hürriyetini düzenleyen Anayasa’nın 48’inci maddesine göre; “Herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir, özel teşebbüsler kurmak serbesttir. Devlet, özel teşebbüsleri millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.” ifadesi yer almaktadır. Oysa bu kanunda, özel teşebbüs ve sözleşme hürriyeti olan üreticiyi, kar amacı güden özel şirketler ile sözleşmeye zorlayıcı hükümler getirilmiştir. Yine mülkiyet hakkını düzenleyen Anayasa’nın 35’inci maddesine göre; “Herkes mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir.” Oysa bu kanun teklifi ile getirilen düzenlemede herhangi bir sınırlama değil, doğrudan mülkiyet hakkının gaspı söz konusudur.

Söz konusu kanunda bir yandan sözde “Sözleşmeli üretimde irade serbestisi esastır.” deniyor. Ancak ne yazık ki, aynı kanunda yer alan “arz güvenliğinin sağlanması veya üretimin iç ve dış talebe uygun olarak ayarlanması” bahanesiyle üreticinin özgürce ürün/üretim kararını verebilmesine devlet eliyle engel olunmakta ve ayrıca üreticiler şirketlerle sözleşme yapmaya zorlanarak söz konusu irade serbestliği ihlal edilmektedir.
 
“ÜRETİCİLERİMİZİN TOPRAĞI VE HAYVANLARI İLE BAĞINI KOPARMAMAK GEREKİR”

Anlaşılan o ki; Bakanlık, arazi toplulaştırmasıyla ve yasal düzenlemelerle sorun çözmek yerine işin kolaycılığına kaçıyor ve bu kanunla bir de emlak işine giriyor. Şöyle ki, tarım arazilerinin hisselilik, parçalılık ve mülkiyet itilafları, göç ve benzeri nedenlerle atıl durumda olduğu bahanesiyle çiftçimizin tarlasına, bahçesine el koyma kolaycılığına kaçıyor ve rayiç bedeli belirleyip dilediğine kiraya verme yolunu tercih ediyor. Oysa ki esas olan, hisselilik sorununun çözülmesidir, parçalılık sorununun arazi toplulaştırmasıyla çözülmesidir, mülkiyet itilaflarının hukuki düzenlemelerle kaldırılmasıdır, üreten çiftçimizin tarımsal üretimden, tarlasından, hayvanından uzaklaşmasına, göç etmesine neden olan ekonomik, sosyal veya her ne neden varsa bunların çözülmesidir. Böylesi dayatmacı üretim anlayışıyla, üreticilerimizi kimi zaman hiç bilmediği üretime, ürüne zorlamakla planlama yapılmış olmaz. Olsa olsa üreticilerimizin toprağıyla ve hayvanıyla duygusal bağı koparılmış olur.
Dolayısıyla, bilinen bilimsel yöntem ve uygulamalar, rasyonel ekonomi ve evrensel hukuk ilke ve kurallarının yok sayılmasıyla planlama yapılamaz, yapılmamalıdır, yapılırsa da sonuçları çok kötü olur. Arz güvenliğini sağlayacağım derken üretimin sürdürülebilirliği ortadan kalkar. Polikültürel üretim yerine monokültür/plantasyon tarzı çok geniş alanlarda tek tip üretim süreçleri nedeniyle tarım topraklarımız, sularımız ve havamız daha da kirletilerek fakirleşir ve verimlilikten uzaklaşılır. İklim krizi ve kuraklık yanı sıra gıda güvenliği ve gıda güvencesinde yaşanan sıkıntılar da çok daha büyüyerek beraberinde artan göç, yoksulluk ve açlık getirmesi kaçınılmaz olacaktır.
 
“TARIMSAL ÜRETİM PLANLAMASINDA ESASLAR”

Bu nedenledir ki, tarımsal üretim planlamasında dayatmacı değil, üreticilerimizin üretim karar ve süreçlerini yönlendirici, teşvik edici, destekleyici uygulamaları hayata geçirmek esas olmalıdır. Bu amaca yönelik yapılması gerekenler arasında;
•      üretimde verim/verimlilik artışını sağlamak
•      bölgesel ve ülkesel ürün deseninin belirlenmesine ve üretim planlamasına katkıda bulunmak
•      ürün kalitesini yükseltmek
•      tüketicinin gıda güvenliğini, diğer bir deyişle sağlıklı gıda ile buluşabilmesini sağlamak
•      halkın, başta en temel besin maddeleri olmak üzere, gıda gereksinimlerini güvence altına almak ve bu anlamda üretimde istikrarı sağlayabilmek
•      üretim alanlarının, doğamızın, çevremizin, toprağımızın, suyumuzun kirletilmesini önleyerek sürdürülebilir olmak
•      üreticinin gelir düzeyini artırmak, gözetmek ve sosyal refahın artırılmasına katkıda bulunmak
•      dengeli, istikrarlı, coğrafik ve iklimsel özellikleri dikkate alan üretim planlarını yaşama geçirebilmek
•      tarım ürünlerimizde dünyada söz sahibi olabilmek, rekabet avantajını yakalayabilmek
•      risk ve belirsizlik altındaki tarımsal üretimde doğal afetlere ve ithalat baskılarına karşı gerekli önlemleri almak
yer almalıdır. Tüm bunların, sürdürülebilir nitelikte, dinamik, üretici ve tüketici haklarını ve refahını gözeten bir anlayışla belirlenmesi yaşamsal bir önemdedir. Tarımsal desteklemeler de bu amaçlara yönelik olmalı, ürün çeşitlerine göre, havza ve/veya bölgelerin ekolojik ve ekonomik koşullarına göre farklılıklar gözetilerek, “üretim ile ilişkili” bir anlayışla uygulanmalıdır.

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum