Aytun Çıray; "Milli Savunma Bütçesine Olumlu Oy Vereceğiz"

EGEOLAY/İYİ Parti genel başkan yardımcısı Aytun Çıray Milli Savunma bakanlığı bütçe komisyonunda açıklamalarda bulundu.

Aytun Çıray; "Milli Savunma Bütçesine Olumlu Oy Vereceğiz"
Editör: Ege Olay
21 Kasım 2019 - 19:00 - Güncelleme: 21 Kasım 2019 - 19:03
Yapılan açıklamada;



Sayın Bakan, Size Komutanım demeyi tercih ediyorum, Değerli arkadaşlar

Öncelikle biz tezkere görüşmeleri sırasında bir şey söylemiştik, “Bu tezkereyi Millî Savunma Bakanlığına ve Türk Silahlı Kuvvetlerine emanet ediyoruz.” demiştik. Teknik olarak bu emanet hakikaten yerine getirilmiştir. Sayın Komutanın şahsında Türk ordusuna teşekkür etmek istiyorum.

Bu Millî Savunma bütçesinin özelliği nedeniyle ve şu anda Türkiye'nin içinden geçtiği bu zorlu süreçte bu Millî Savunma bütçesine olumlu oy vereceğimizi şimdiden ifade etmek istiyorum.

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ VE SAVUNMA BAKANI İLE TÜRKİYE’Yİ BU NOKTAYA  GETİREN SİYASİLERİ AYIRIYORUZ

Konuşmamızın bu noktasından sonra getireceğimiz eleştiriler daha ziyade siyasilere, işin siyasi boyutuna ait olacaktır. Yani biz, teknik olarak kendi görevini yapan, başarılı olan Türk Silahlı Kuvvetleri ve Millî Savunma Bakanı ile Türkiye’yi bu noktaya getiren siyasiler arasındaki farkı ayrı ayrı ortaya koymak istiyoruz.

Şimdi bir kısa hafıza tazelemesi yapmak zorundayız. Türkiye'nin Suriye’deki iç savaşa dâhil olması bir siyasi karardı. Bu kararı aldıklarını söylediklerinde biz siyasi iktidarı uyardık, dedik ki: Suriye’nin rejimini tanzim etmek, Suriye’de nasıl bir hayat tarzı olacağını tanzim etmek Türkiye'nin millî meselesi değildir. Türkiye'nin millî meselesi olmayan bir konuda vereceğimiz her şehidin âdeta bir cinayete kurban gideceğini 2011 -2012 yıllarında söyledik. Parlamento tutanaklarında da mevcut bunlar.

Değerli arkadaşlar, içinden geçtiğimiz süreç bütün dünyanın buraya çöktüğü, kanlı cürümlerle dolu bir oyundan ibaret. Hâlbuki bizim stratejimiz, Türkiye Cumhuriyeti devletinin stratejisi ağırlık merkezi Orta Doğu olan değil, Avrasya olan bir stratejiydi. Bölge ülkeleriyle ilişkiler büyük güçlerin bölgesel menfaatlerinden bağımsız olarak kurgulanıyor, statükonun korunması ilke ediniliyor ve çatışma hâllerinde tarafsızlık, nötralite benimseniyordu.

İKTİDAR TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN TARİHSEL STRATEJİSİNİ RÖVANŞ HESABIYLA TERK ETTTİ

İktidar cumhuriyetle rövanş mücadelesine girip ne yazık ki bu stratejiyi terk etti. Arap Baharı rüzgârıyla yükselen İhvancı anlayışın bölgede egemen olacağı varsayımıyla Türkiye'nin millî menfaatlerini kumar masasına sürdü. Kumarın altın kuralını hepiniz bilirsiniz, kumarbazın kazananı yoktur.

Değerli arkadaşlar, Sayın Erdoğan, Suriye’de Esad’ın Batı’nın desteğiyle çabucak devrileceğini düşündü. Esad ailesi ve rejimin diğer seçkinleri Şii oldukları hâlde Suriye’nin nüfusunun büyük çoğunluğu Sünni’ydi ve Esad karşıtı protestolar Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerden başladı.

MEZHEPÇİ DIŞ POLİTİKA ANLAYIŞININ İDEOLOJİK KÖRLÜĞÜ

AKP iktidarı ne yazık ki mezhepçi dış siyaset anlayışı yüzünden Suriye’de Sünni bir iktidar oluşacağına inandı ve bunun hamiliğine talip oldu. Bu hata yalnız Suriye’yle sınırlı kalmadı. Mısır’da Müslüman Kardeşler açıkça ve cömertçe desteklendi. Libya’da Türkiye’yle uzun yıllar dostane ilişkiler yürüten Kaddafi’nin devrilmesine ortak olundu. Bunlar ideolojik körlükle alınmış kararlardı ve sonuçları düşünülmedi. İran’ın, mezheptaşı ve bölgedeki en yakın müttefiki Esad rejimini sonuna kadar koruyacağı; Rusya’nın Akdeniz’deki en önemli üssü Tartus’a ev sahipliği yapan Suriye’yi Amerikan destekli bir yönetimin eline tamamen bırakılmayacağına seyirci kalmayacağı düşünülemedi.

Bölgede oluşacak herhangi bir yönetim boşluğunun da Irak’ta zar zor bastırılan El Kaide tehdidini yeniden hortlatacağını ve tıpkı Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra olduğu gibi, PKK’nın bölgede kök salmasına imkân vereceğini öngörmek için stratejik dehaya ihtiyaç yoktu, sadece tarih bilmek yeterliydi.

Üstelik bu körlük yalnızca Suriye’yle sınırlı da değil. Mesela Libya’nın, Ege ve Akdeniz’deki kıta sahanlığı haklarımızın müdafaası için hayati önemde olduğu dahi bilinmiyordu. Ama tüm bunlar olurken, iktidar o dönemki can dostu ‘tırnak içinde’ cemaatle beraber devleti, bilhassa orduyu iğdiş etmekle meşguldü. Kaddafi’nin öldürülmesi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kozmik odalarına girilmesi, en derin sırlarının vatan hainlerinin eline verilmesi arasında bir ay bile yoktur.

KOZMİK ODA KUMPASI ORTAĞI BÜLENT ARINÇ’IN HALA TEK KELİME İFADESİ ALINMADI

Değerli arkadaşlar, Mart 2011’de Suriye’de protestolar başladı. Aynı yılın Ağustos ayında rejim ordusundan kaçan 7 subay Türkiye’de, Türkiye'nin desteğiyle ÖSO’yu kurdu. Bu sırada Türk ordusunun yüzlerce subayı Silivri kumpasıyla esir alınmıştı. Dört ay sonra, Ocak 2012’de bunların arasına Türkiye'nin en rütbeli subayı ve Türk milleti için en saygıdeğer makamı olan Genelkurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ katıldı. Kozmik oda kumpasının ortağı Sayın Bülent Arınç’ın bugüne kadar bu konuda tek kelimeyle ifadesi bile alınmadı. Ne hikmetse bizim FETÖ Komisyonunda yazıp çizdiğimiz bütün bu gerçekler bizde var ama Meclisin şeylerinde bulunamıyor. İktidar partisini n en has adamları bile suçluların para karşılığı aklandığı bir FETÖ borsasının varlığından bahsediyor. Bunu Adalet ve Kalkınma Partili saygın milletvekilleri söylüyor. Yani Türkiye'nin hem içeride hem dışarıda bir kuşatma içinden geçtiğinden şüphe yok.

Peki, kabahat kimin? Bu anlattıklarım millî güvenlik tehdidi değilse millî güvenlik tehdidi nedir? Sayın milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanı 10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandığında Adalet ve Kalkınma Partisinin merkezinin balkonundan “Bu seçimi Ramallah, Gazze ve Kudüs kazanmıştır.” diyordu. Ramallah, bugün barış operasyonumuzu kınayan ülkelerle birlikte ön safta. Müzakere masasında karşınıza oturttuğunuz Apo’nun başında bulunduğu PKK “Rojava kazanacak.” diye mesajlar yayınlıyor.

DIŞ POLİTİKADA ARKANIZDA BIRAKTIĞINIZ BAKİYEYE BAKTIĞINIZDA İNŞALLAH BİR PARÇA VİCDAN AZABI DUYUYORSUNUZDUR

On yıldır bu savaş sürüyor ama dünya kamuoyuna YPG’nin PKK’yla denk olduğunu bir türlü anlatamamışız. Bunu anlatmak görevi Dışişleri Bakanlığınındı. IŞİD’in en çok kanını döktüğü milletlerden biri bizimki, Sayın Bakanın söylediği gibi, dünyada IŞİD’le en ciddi mücadeleyi yapan ülke biziz ama dünyada arkamızdan IŞİD’le iş birliği içinde olduğumuz iftirası atılıyor. Milyonlarca dolar akıtılan SETA’nın sözüne itibar eden yok. FETÖ’cüler, sözde liberaller bugün Türkiye karşıtı lobilerle birlikteyken bir zaman düşman sayılan, hedef gösterilen, yapılmadığı bırakılmayan Atatürkçüler ise Türk milletinin ordusunun ve Hükûmetinin arkasında.

“Aldandık, Allah affetsin.” deyip işin içinden çıkılabilir ama Türkiye’yi düşmanları affetmiyor. Onların bedelini bugün Mehmetçik’imiz kanıyla ödüyor. İnşallah ardınızda bıraktığınız bakiyeye baktığınızda bir parça vicdan azabı duyuyorsunuzdur.

ABD VE RUSYA ARASINDAKİ ÖRTÜLÜ ANLAŞMA NETİCESİ BİZİM İÇİN HERŞEYİ ADETA FİYASKOYA DÖNÜŞTÜRDÜ

Sayın Bakan, FETÖ’nün kumpas ve tamamen ele geçirme planlarından kurumsal bedeli ağır da olsa sağ salim çıkmış olan gözbebeğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Barış Pınarı başarısına rağmen sınır manzarası çok iç açıcı değildir yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başarılı harekâtına rağmen, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya arasında varlığı tartışılmayacak örtülü bir anlaşmanın sonucu olarak PKK, Tel Abyad ve Resulayn arasında 120 kilometrelik alan dışında 330 kilometre genişlikteki bölgede var ve çekilmemiş gözüküyor. Bu tespiti siz de yapıyorsunuz. Yani ABD ve Rusya’yla yaptığımız mutabakat sonuç almamıştır çünkü aklı başında her objektif gözlemcinin teslim edeceği gibi, ABD ve Rusya arasındaki örtülü anlaşma bizim harekâtımızı etkisizleştirmek için mutabakatları görüntüde, sözde mutabakata çevirdi. Sayın Cumhurbaşkanına yakınmak, Dışişleri Bakanına ise kuru tehditler atmaktan başka bir imkân kalmadı.

Netice âdeta bir fiyasko çünkü Amerika Birleşik Devletleri, YPG ve PKK’yı “Kürtler” olarak -tırnak içinde söylüyorum- kodluyor. Rusya ise Suriye rejimiyle anlaşmayı teşvik etmeyi içeren bir terimle “SDG” diyor. Sonuç: Türkiye'nin politik hedefleri karşılanmadı, tehdit azalmadı çünkü Türkiye'nin Barış Pınarı Harekâtı’yla Suriye’de ulaşmayı hedeflediği dört  temel politik amaç vardı.

Bakınız, tekrar tekrar söylüyorum, bana göre, sahada Türk ordusu ve bugün bu ordunun hâlen Komutanlığını yapan Sayın Bakan başarılıdır. Bunu ayrı koyuyoruz ama politik başarısızlık var.

TSK’NIN BAŞARISINA RAĞMEN DÖRT TEMEL AMACIMIZA MAALESEF ULAŞAMADIK

 Birinci amacımız, PYD ve PKK terör örgütlerini etkisiz kılmaktı. Sayın Cumhurbaşkanının Trump’la yaptığı görüşmede Trump’ın Türkiye'nin en tehlikeli terörist olarak kodlayıp başına büyük ödül koyduğu Mazlum Kobani ile Cumhurbaşkanını aynı cümlede eşitleyici bir tarzda zikretmesi, en azından gezi bağlamında, bizim birinci  amacımıza aykırıdır, onu akamete uğratmıştır. Aynı şekilde, Rusya’nın da Suriye’deki silahlı güçlerinin komutanları vasıtasıyla teröristleri meselenin eşit tarafı ve muhatabı olarak aldığına ilişkin görüntüler, bu konudaki başarının sağlanamadığının, amaçlara ulaşılmadığının açık delilidir.

İkinci amacımız terör koridorunu önlemekti. Birinci temel amaçta uğranılan başarısızlık maalesef, bu amacın başarıya ulaşmasını engelleyici bir nitelik taşımaktadır. Yani şu anda “Terör koridorunun oluşmasını tamamen engelledik.” diyebilecek durumda değiliz. Ama yine de çok önemli bir mesafe aldık. En azından orada fiilî olarak oluşturulacak bir yapının Türk ordusu önünü kesmiştir. Barış Pınarı Harekâtı eğer siyaseten gitmesi gereken, teknik olarak gitmesi gereken yere kadar desteklenmiş olsaydı Türkiye bugün bu sıkıntıların içinde olmazdı.

SURİYELİLER KONUSUNDA SAYIN CUMHURBAŞKANI TAM BİR U DÖNÜŞÜ YAPMIŞTIR

 Üçüncüsü de Suriyelilerin dönüşünü sağlamaktı bizim anladığımız kadarıyla bu harekâtlardan ve bu siyasetten. Bu konuda, Sayın Cumhurbaşkanının bir kez daha 180 derecelik bir dönüş yapması çok çarpıcıdır. Sayın Cumhurbaşkanı ülkemizdeki Suriyelileri varil bombalarına teslim edemeyeceğimizi belirtmiştir. Oysa Amerika gezisi öncesinde güvenli bölgede TOKİ’nin uluslararası destek de bularak inşa edeceği şehirlerden ve iki milyon Suriyelinin bu şehirlere yerleştirilmesini hedefleyen –bana göre afaki de olsa- bir projeden söz ediyordu.

“Sayın Cumhurbaşkanı muhtemelen Trump’la yine Türkiye devletinin resmî kayıtlarına geçmeyecek şekilde yaptığı görüşmelerin bir sonucu olarak mı bu projeden vazgeçti?” diye kafamızdaki soru işaretini dillendirmek zorundayız?! Suriyelilerin gönderilmesinden aylarca söz eden kendisi değilmiş gibi vazgeçmiş ve Suriyelilerin kalıcılığını tescil etmiş gibidir. Bu, Türk milleti açısından çok ama çok vahim bir U dönüşü. Çünkü Esad ve Suriye rejimiyle doğrudan görüşmelerin öteleneceğinin de göstergesidir. Bunun önümüze yeni maliyetler ve savunma zorlukları çıkaracağı  muhakkaktır.

 

Dördüncü olarak Suriye’nin toprak bütünlüğüne katkıda bulunma amacımız vardı. Amerika Birleşik Devletleri’yle işbirliği âdeta bu amacımızı imkânsız kılmıştır. Buradan bu eleştiriyi yaparken hiç kimse benim devletler arası ilişkilere ocu, bucu, ondan yana, bundan yana veya onun karşıtı olarak bakmadığımı bir dipnot olarak söylemek istiyorum. Her devlet kendi çıkarlarını savunur, buna saygı duymak gereklidir, önemli olan bizim ne yaptığımızdır, bizim kendi çıkarlarımızı ne denli savunduğumuzdur. Sayın Cumhurbaşkanının ABD gezisi Suriye’nin toprak bütünlüğüne katkıda bulunma hedefine ciddi bir şekilde zarar vermiştir çünkü görüşmeler sonunda PYD/PKK terör örgütünün etkisiz kılınması yönünde Amerika Birleşik Devletleri’nin herhangi bir adım atma olasılığı olmadığı ortaya çıkmıştır; tersine, özellikle Barış Pınarı Harekâtı’ndan sonra terörist PYD/PKK örgütü bizzat Trump tarafından meşrulaştırılmış, itibar ve sempati kazandırılmıştır dünya çapında.

Bakınız, Bağdadi’nin öldürülmesi sırasında YPG’den yardım alındığının söylenmesi stratejik bir söylemdir. Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönüşü de ABD’nin desteğini sürdürdüğü PYD/PKK terör örgütü nedeniyle hedefine ulaşamayacaktır.

S-400 satışından en kazançlı çıkan ülke hiç şüphesiz Putin’indir. Parayla Türkiye'nin ABD ve NATO’yla arasında bir çatlak oluşturdu. Bir uçak hadisesindeki erken beyanların, erken tutumların Türkiye’yi getirdiği hâle bakın. S-400’ü tüm dünyaya tanıttı, sadece S-400 satmadı, Türkiye'nin F-35 savaş uçağı ve Patriot alımını da önledi, bir taşla birkaç kuş vurdu.

Burada dikkatinizi çekeceğim son nokta, Türk milletini tarihinin en derin ekonomik krizine sokan faktörlerden biri olan Suriye ve Suriyeliler sorunu olduğu açıkken, Sayın Cumhurbaşkanının birbiriyle uyuşması imkânsız, olağanüstü pahalı silah sistemlerinin alıcısı olmaya soyunarak bu silahların maliyetini de gündelik hayatını yürütmekte bile zorlanmaya başlamış olan Türk milletinin sırtına yüklemeye çalışmasının krizi daha da derinleştireceğidir.

BU SORUNLARIN İKİ ÇÖZÜMÜ: DERHAL  PARLAMENTER SİSTEME DÖNMEK VE ESAD’LA DOĞRUDAN GÖRÜŞMEK   

 Sayın Bakan, millî güvenliğimiz açısından vahim bir duruma dikkatinizi çekmek istiyorum, daha doğrusu hepimizin dikkatini çekmek istiyorum. Bunu daha önce de 2014 yılında Parlamentoda –tutanaklarda var- dile getirmiştim. O zaman Sayın Başbakan, hain FETÖ örgütünün bir hükûmet darbesi yapmak için ortaya attığı 17-25 Aralık “tape”leri esnasında şöyle demişti: “Beni dinlemişler, Genelkurmay Başkanını dinlemişler, Anayasa Mahkemesini dinlemişler, herkesi dinlemişler.” O zaman biz de diyoruz ki: “Bize gösterilenler ellerindekilerin bir kısmı. Peki, başka neler var bu ülkelerin ellerinde?” Bence esas millî güvenlik sorunumuz buradadır, bu ülkelerin elinde olan, FETÖ terör örgütü vasıtasıyla ulaşmış devlet sırlarında.

Dolayısıyla iki tane çözümümüz var bu kadar eleştirilerden sonra. Bir tanesi, derhâl parlamenter sisteme geri dönmek, güçlü bir parlamentoyu yaratarak oradan destek almak. İkincisi de Esad’la doğrudan görüşmeye başlamak.

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum