Dyt.Güner Erbay

Dyt.Güner Erbay

[email protected]

ÇORBALAR, ŞİFALARI VE ANILAR

12 Aralık 2025 - 11:47 - Güncelleme: 12 Aralık 2025 - 11:48

Çorba mevsimi geldi. Sofraların başlangıç yemeği olan çorbalarımızın beslenmedeki önemi tartışılamazken; özellikle bebek, yaşlı ve hasta  beslenmesinde önlemleri daha da artar. Oldukça sulu bir yemek olması daha katı yemeklere göre daha az kalori ve daha az besin ögeleri ihtiva etmelerinin nedenidir. Hem sulu olmaları hemde besin öğesi miktarlarının azlığı nedeniyle  daha  kolay hazmedilirler. Bu sebeple  ameliyatlardan sonra beslenmeye genellikle kompostolar ve  çorbalarla başlanır.

Hastalanınca iştahımız kesilir. Yemekleri ağzımızda çiğnemek ve çiğnedikten sonra yutmak zul gelir. Lokmalar ağzımızda büyür de büyür. En basit soğuk algınlıklarında bile bu duruma kolayca geliveririz. İştah yönünden bu durumdayken, vücudumuzun beslenmeye olan ihtiyacı artar. Daha çok kaloriye, proteine, vitamin ve madenlere ve de antioksidanlara ihtiyaç duyarız fakat bu durumdayken hastaları yemeleri yönünde teşvik etsek de, çok  zorlamamalıdır. İşte bu sırada imdadımıza çorbalar yetişir. Çünki çiğnemek gerekmediği gibi, onları yutmak da çok kolaydır. Her ne kadar besin ögesi değeri düşük de olsa, iyi bir düzenleme ile bu da artırılabilir. Özellikle et, süt, yoğurt, yumurta ilaveli kıvamlı  çorbaların besin değeri önemli ölçüde artar.

Mutfağımız çorba çeşitliliğinde  dünya ölçeğinde önemli bir yere sahip olsa gerek. Yurdumuzun her bölgesinin kendine özgü birçok çorbası vardır. Bolu mutfağının Türk mutfağında önemli bir yeri olduğunu hepimiz biliriz. Türkiyedeki tek aşçı okulu boşuna burada açılmamıştır. Her ne kadar aşçıları ile ünlü bir ilimiz olsa da, Boluluların hemen hepsi, özellikle de ev hanımları çok güzel yemek yapar. Bolu'da davet yemeklerinde genellikle nohutlu yahut taze fasulyeli yoğurtlu pirinç çorbası yapılır. Nane ilavesi ile de şifaları oldukça artar. Bu çorbalara yayla çorbasının biraz daha çeşnilisi denebilir. İçine et suyu ve tereyağı  katıldığı için olsa gerek ikisi de bir  harikadır. Çorbaların nefasetinde  hep,  Kıbrıscık pirincinin de önemli bir katkısı olduğunu düşünmüşümdür. Kıbrıscık  pirinci Bolu'nun Kıbrıscık ilçesinde üretilen bir pirinçtir. Biraz fiyatlı da olsa Türkiye'de üretilen en sağlıklı pirinçtir  diyebilirim çünki bu ilçemiz,  çevre kirliliğinden nasibini çok şükür ki almamıştır. İkinci sıraya ise Tosya pirincini koyuyorum. Kıbrıscık pirincinin taneleri küçüktür ama pişince boyları büyük taneli pirinçler kadar olur. Bolu  kızılcık tarhanası ile de ünlüdür. Kızılcık tarhanası çorbası ise tam bir şifa kaynağıdır! Özellikle de ishal vakalarında, sindirim sistemi bozukluklarında  çok işe yarar! Eğer Bolulu birisinin evinde yemeğe davetliyseniz, bu sofrada yediklerinizi bir daha  unutamayacaksınız demektir. Yemeklere koyulan soğanın çokluğu, bu şahane lezzetlerin önemli bir sebebi olsa gerek!  Türk mutfağında soğanın çok kullanılmasının gerekçeleri araştırılması gereken önemli bir konudur. Göçebe bir toplumun vücut  dayanıklılığını, direncini kuşkusuz ki artırması zorunluluğu vardır. Bu zorunluluğa uygun beslenmeyi bulmaları gerekiyordu. Soğan ekmek yemek diye bir lafımıızın olması da bu anlamda manidardır. Bu cümlenin ortaya çıktığı zamanlarda; soğan ekmek ikilisi,  yanında biraz da ayran olursa neredeyse  bütün besin ihtiyacımızı karşılayabiliyordu. Göçebe bir toplum olan Türklerin beslenmesinde yoğurt, ayran, soğan ve ekmek önemli bir yer tutar. Yoğut boşuna Türklerin bulduğu bir yiyecek değildir aynı boza gibi. Sütün çabuk bozulan bir gıda olarak, göçebelikte önemli bir sorun oluşturmuş olduğu  aşikar. O halde onu daha dayanıklı hale getirmemiz gerekiyordu ve getirdik. Yoğurdu bulduk! # Yoğurdu bulan keşi bulmaz mı? Bulur tabiki de. Sonra da gelsin keşli cevizli Bolu mantısı. Mantıya da aslında bir nevi yoğurtlu çorba diyebiliriz fakat Bolunun mantısı farklıdır. Onda yoğurt bulunmaz!  Yoğurt yerine yoğurdun tuzla kurutulmuşu keş kullanılır. Tereyağlı keşli  cevizli mantı  Bolunun  gastronomiye  efsane olabilecek hediyelerinden. birisidir. Bugünki konumuz çorbalar olduğu için biz çorbalarımıza geri dönelim.

Mutfağımızda bir de  soğan çorbamız vardır ve bu çorba gerçekten de tam bir şifa kaynağıdır! Hastanelerde çalıştığım sıralarda bir diş doktorumuz,  doğduğunda vücudunun hemen her yerinde çıbanlar çıktığını,  ölmek üzereyken dedesinin kendisini alıp uzun bir süre soğan çorbası ile besleyerek iyileştirdiğini anlatmıştı! Yeni doğan bir bebeğin soğan çorbasını hazmedebileceğini sanmıyorum ama anlattığına da inanmamazlık edemem. Ben kişilerin söylemlerini konu ne olursa olsun  yabana atmamak gerektiğine inanırım ve genel olarak bu söylemlere inanmak yönünde oyumu kullanırım.. Böyle olmaktan da memnunum çünki eğer inanmazsam ve söylediği de doğruysa,  kendimi inanıp da aldanmış olduğum durumdan çok daha kötü hissederim fakat inanmak;  tersi duruma hazırlıksız yakalanmak demek de değildir. Belki olay üç beş aylıkken olmuştur. Belki de hakikaten doğduğu zamanlarda olmuştur!  Geçmişte yaşanan bu durumunu bana özellikle anlatmıştı çünki ben o sıralar çok, çok çok üzgündüm. Sevgili kızım, ciciciğim, benim tatlı bebeğim canıyla cebelleşiyordu. Çok zayıftı ve hastaydı. Ona kilo aldırmam gerekiyordu ama yemediği gibi, yediğini de  vücudu tolere edemiyordu. Doktorumuz ise kilo aldırabilirsem yaşayabileceğini söylüyordu.  Onu hayatta tutabilmek kilo almasıyla mümkündü. Her kilo alışında sevincimden hastanedeki arkadaşlara kremalı pasta yapıp götürürdüm. Aldığı  bütün  kiloları doğum günüymüşçesine kutlardık. On kiloya kadar bu böyle devam etti. Onuncu kilodaki pastayı, hikayenin sahibi diş doktorumuz ben getireceğim diyerek finalledi. Onun anlattığı soğan çorbasını ben kızımda deneyemedim. Deneyemedim çünki karaciğer enzimleri çok yüksekti. Bu sebeple bir iki yiyecekten başka bir şey verdiğimde uzun süren kusma dönemleri oluyordu fakat çok seneler sonra denemek gerekti  ve de denedim! 

Ciciciğim onsekiz yaşındayken  zatürre oldu. Şiddetli bir zatürre değildi, başlangıç düzeyindeydi. Zatürreyi atlattı fakat filmlerinde  akciğerleri normal gözükmesine rağmen ateşi bir türlü geçmiyordu. O sıralar Ankara'da yaşıyorduk. Onu, onun gidebileceğin en iyi okullara götürmekti emelim, bu yüzden oradaydık. Çay yolunda güzel bir okula başlamıştı ama hayat, ayaklarımızın altından kayıp gitmek üzereydi. Hayatın tehdidi geri kalan her şeyi ne kadar da önemsizleştiriyordu!  Şubatta hastalanmıştı ve  nisan geldiği halde ateşi hala düşmemişti. Penceremizden ağaçların çiçeklendiğini görüyordum. Çiçeklerle benim aramda yıldızlar kadar mesafe varmış gibi geliyordu. Öyle geliyordu çünki benim dünyam kapkaranlıktı!  Çiçeklerle  aramda binlerce ışık yılı vardı!  Pencereden her baktığımda,  bizim hayatımızda da çiçekler açacak mi acaba diye düşünüyordum.  Bu ateş hafif bir ateş gibi görünen ve zaman zaman pik yapıp kırklara kadar çıkan sinsi bir ateşti!  Doktorlar sebebini bilemese, yapılan tahliller bir şey belli etmese de  ben biliyordum. Bu ateş tanıdık bir ateşti. Tanıdıktı ama dost değil düşman bir tanıdık!  Sinsi kendini gizleyen, tahlillerde bile çıkmayan bir tanıdık.  Eski hastalığı nüksetmişti cicimin. Yine cytomegalo virüs, cytomegalo enfeksiyonu yapmıştı. Çok uzun süren ( 80 gün) antibiyotik tedavisinden sonra ateşi kırklara çıkmaktan kurtulsa da, cmv nedeniyle  normale inemedi. Elini tuttuğumda,  tıpkı ilk beş yılında olduğu gibi elimi ısıtması,  tekrar aynı günlere dönmüş olmamız  yüreğimi yakıyordu...Başa dönmüştük yine. İşte bu esnada diş doktorumuzun hikayesini hatırladım. Soğan kaynatıp suyunu içirmeye başladım. Birkaç sene  bu uygulamam devam etti. Devam etti çünki soğan suyunu kestiğimde ateşi tekrarlıyordu. Sonunda kızım iyileşti!  Soğanın içerdiği quercetin antioksidanı ve kükürtlü bir aminoasit olan sistin ile bu işi becerdiğini düşünüyorum. Sistin vücudumuzun ürettiği antioksidan glutatyonun yapımında kullanılıyor. Glutatyonu yükseltmek bağışıklığımızın artmasını sağlıyor. Soğanın içerdiği quercetin antioksidanı da bağışıklığımızı artırıyor. Ayrıca  soğanda bulunan selenyum da bağışıklığa katkı sağlıyor. Soğan bağışıklığı artırmak için, bir değil iki değil, üç dört koldan  saldırıyor! 

Geleneksel mutfağımızdaki uygulamaları bir çok yönden araştırmamız ve geçmişte yapılan uygulamalara önyargısız davranmamız gerekiyor. Kış mevsimine gelmek üzere olduğumuz bu günlerde, grip ve soğuk algınlıkları için, bol kolajenli et suları ile yapılmış, soğanlı, limonlu  çorbalar tavsiye ediyorum ve  tüm hastalara şifa diliyorum . Sevgilerimle.
Dyt.Güner Erbay

YORUMLAR

  • 0 Yorum